TwilighT Fan Tr

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
TwilighT Fan Tr

Twilight New Moon Eclipse Breaking Dawn


2 posters

    Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi

    BitterSweet~
    BitterSweet~
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 212
    Kayıt tarihi : 26/02/11
    Yaş : 28
    Nerden : İstanbul

    Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi Empty Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi

    Mesaj tarafından BitterSweet~ C.tesi Mart 05, 2011 10:02 pm

    Bir vampirin bir genç kızla yaşadığı aşkı anlatan 'Alacakaranlık', ait olduğu türün kalıplarından uzak duruyor. Filmde sarmısak yok, haç yok, ayna yok , hatta kan yok ama lüks otomobiller, şahane evler, vejeteryan vampirler ve romantizm var


    ‘Vampirler de sever’... Bu görüşte yeni bir şey yok, Bram Stoker ya da Anne Rice sayesinde bu ‘gerçeğin’ farkındaydık. Lakin Stephenie Meyer, onların aşık olabileceği gibi 21. yüzyılda da var olabildiklerini, eğitime inandıklarını, aile hayatı kurduklarını, orta yaşlı olanlarının doktorluk gibi saygın bir mesleği icra ettiklerini, gençlerinin ise liselerde dirsek çürüttüğünü iddia ediyor. Anglosakson alemlerinde, JK Rowling’in ‘Harry Potter’ serisine alternatif olarak görülen, Amerika’da 7 milyon, tüm dünyada ise 25 milyon (37 dile çevrilmiş) satan Meyer’in ‘Twilight’ serisinin ana ekseni, vampir-insan aşkı üzerine kurulu. Daha çok sivilceli dönemini yaşayan ya da henüz atlatmışlara seslenen serinin ilk kitabından uyarlanan film ise, 36 milyon dolarlık yapım maliyetini, ülkesi Amerika’da vizyon gördüğü ilk günde 36 milyon dolarlık gişesiyle çoktan çıkarmış durumda.
    Lakin 2008 çok net gösterdi ki, Türkiye’deki sinema refleksleri dünyadakiyle pek uyuşmuyor. Dolayısıyla ‘Alacakaranlık’ adıyla bizde de bugünden itibaren salonlarda ‘görücü’ye çıkacak olan Catherine Hardwicke imzalı filmin, ne denli tutulacağı ya da popüler kültürümüzü nasıl etkileyeceği bir muamma. Ama biz yine de işimizi yapalım ve bu ‘vampir serenadı’nı göz atalım...


    Vampirlere gelin olasın...

    Önce hikâye... Ayrılmış bir çiftin çocuğu olan Isa‘bella’ Swan, annesinin yeniden evlenmesiyle Arizona’dan, babasının şerif olarak görev yaptığı Washington’a bağlı Forks kasabasına gider. Küçükken ayrıldığı bu topraklarda lise eğitimini sürdüren Bella, çok geçmeden aynı sırayı paylaştığı Edward Cullen’e ilgi duyar. Lakin Edward tuhaf bir kişidir, güneşli günlerde ortalıkta görünmemekte, daha çok yağmurlu günlerde okula gelmektedir. Bella için saplantıya dönüşen Edward da, aslında genç kıza ilgi duymaktadır. Ne var ki bilinçli olarak olası bir ilişkiden kaçmaktadır. Ve fakat gönül bu, ferman dinlemez, ‘gençler’ birbirlerine açılır ama bu kez de ortaya ‘yaradılış’ sorunları çıkar. Yörenin saygın ailesi Cullen’lerin üyesi olan Edward aslında bir vampirdir ve ‘insan kokusu’ karşısında kendisini zor zapt etmektedir. Fakat hislerine yenik düşer.
    1918 doğumlu olup 18 yaşında gösteren bu kendi ölçülerinde ‘delikanlı’ vampir, Bella’yı ailesiyle tanıştırmaya karar verir. Aile ise insanlıktan ‘gelin almanın’ heyecanı içindedir. İki taraf birbirini sever kaynaşır. Fakat yörede bir serseri mayın gibi dolaşan ve insanlara saldıran bir grup ‘anarşist ruhlu’ vampir, bu aşkın önündeki en büyük engeldir...
    Sinemaseverlerin daha çok 2003 yapımı ‘Thirteen’ filminden tanıdıkları eski eski yapım tasarımcısı ve sanat yönetmeni, yeni ‘rejisör’ Catherine Hardwicke imzalı ‘Alacakaranlık’, belki iki ana karakterinden birini vampirlerden seçiyor ama filmde sarmısak yok, haç yok, ayna yok, hatta hatta kan bile yok. Adrenalini, sadece aşk ve sondaki bir-iki aksiyon sahnesi yükseltiyor. Üstüne üstlük film vampirlerini bile son derece steril, son derece ‘elegant’ tiplemelerden oluşturuyor. Edward’ın ait olduğu Cullen ailesi, resmen burjuvazinin vampirleri. Edward, bazen son model bir Volvo’ya, bazen de bir Aston Martin’e biniyor, oturdukları ‘malikâne’ deseniz, sanki Frank Lloyd Wright’ın ‘Şelale evi’ (ki bunu normal karşılayabiliriz, çünkü yönetmen Hardwicke, aslında mimarlık okumuş, dolayısıyla ‘yapı’dan anlıyor). Bir başka deyişle Dracula gibi ‘şato’ değil de, modern bir evde konaklıyorlar. Ayrıca ailenin bir başka özelliği daha var, insan kanı içmiyorlar. Bir kısmı hayvanla idare ediyor, bir kısmı da ‘vejeteryan’ (Edward, bu durumu Bella’ya ‘soya’yla beslenmek şeklinde açıklıyor).
    ‘Alacakaranlık’, işte bu sınıfsal ayrımların gölgesini düşüremediği (çünkü ortada böyle bir dert yok), daha çok doğaları gereği aşkları zor gibi gözüken iki (insanın diyemiyorum, çünkü biri vampir; gencin diyemiyorum çünkü biri 17, diğeri 90 yaşında) mahlukatın hikâyesini anlatıyor.


    ‘Issız adam’ kokusu

    Belki şöyle bir şeyden bahsedilebilinir; ikili aşk yoluna girer gibiyken Edward’ın vampirliğinden dolayı ilişkiden kaçmak istemesi ortama hafiften bir ‘Issız Adam’ kokusu yayıyor. Peşi sıra, vampir de olsa Amerikalı ‘Eğitim şart’ diyor. Kötü vampir üçlüsünden siyahi olanının (ki beyaz kızla erkek aylık dergilerin moda sayfalarından fırlamış gibiler) nispeten ‘iyi’ olması, öyküdeki ‘Obama efekti’ muamelesi görebilir. Cullen ailesinin, mesela golf gibi bir ‘high society’ sporu yerine beyzbolu seçerken, konunun altını ‘Ne de olsa Amerikan kültürü’ diyerek kalınca çizmesi, filme serpiştirilmiş iyi esprilerden biriydi (ki buradaki beyzbol sahnelerinin, Harry Potter’daki Quidditch adlı o tuhaf oyunu andırdığını söylemeliyim).
    Bu arada Bella’nın platonik aşkı Jacob’a ilişkin Edward’ın yaptığı, “Seni ne zaman yalnız bıraksam, başına kurtlar üşüşüyor” esprisi de iyiydi. İlişkinin henüz başındayken Edward’ın, Bella’yı sırtında uzun gövdeli ağaçların üzerine çıkartıp dolaştırması ve manzarayı seyrettirmesi, insanın aklına ister istemez Süperman’in, Lois Lane’e Metropolis üzerinde tur attırmasını getiriyor. Bir farkla; Bella, modern bir şehir silueti yerine sadece doğayı görüyor. Ama öykü, kendine ait bir mantık üretse de, 90 yaşındaki Edward’ın ömrü hayatında Rita Hayworth Marilyn Monreo, Raquel Welch gibi güzellere ‘yazmayıp’ (!), 17’sindeki Bella’da ‘ruh ikizi’ni bulmasına pek açıklayamıyor.
    Oyunculuklara gelince, film boyunca saçlarına elektrik çarpmış gibi dolaşan Edward rolündeki Robert Patterson, anladığım ve de okuduğum kadarıyla yeniyetme kızların son gözdesiymiş. Genç İngiliz’in oyunculuğuna ilişkin ‘ahkâm kesmek’ için henüz erken. Bella rolündeki Kristen Stewart’ı, ‘David Fincher’ın ‘Panik Odası’nda, Jodie Foster’ın kızı olarak küçüklüğünden beri tanıyoruz. Güzel ve de yetenekli olduğu muhakkak. Bazen gözleriyle oynuyor. Hardwicke’in ‘Thirteen’inde, hikâyeyi sürükleyen kız olarak tanıdığımız Nikki Reed ise, bu kez Cullen ailesinin fertlerinden Rosalie rolünde karşımızda.


    ‘17 yaşında olsaydık belki’

    Amerikalı eleştirmenlerden bazıları “17 yaşında olsaydık ve henüz ilk aşkımızla karşılaşmasaydık, bu film tam bize göreydi ama şimdi kazık kadar adamlarız ve bu yüzden...” türünden cümlelerle yaklaşmış ‘Alacakaranlık’a. Bir filmi algılarken, severken ya de nefret ederken yaş önemli tabii ki, ama kendi adıma söylüyorum, Vampirella gibi fettan bir figürle büyüyen bir neslin ahvadı olarak, bu fazla romantik hikâyenin zaman zaman pembe dizi sınırlarında gezinen havasıyla, pek de etkili olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama yine de filmin kendine özgü bir stili ve yer yer çekiciliği de var. ‘Eleştirmen lûgatıyla’ ifade etmek gerekirse, ‘dört üzerinden iki’.

    kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=917278&Date=16.01.2009&CategoryID=120
    dilara_girl
    dilara_girl
    Moderatör
    Moderatör


    Mesaj Sayısı : 40
    Kayıt tarihi : 06/03/11
    Yaş : 28
    Nerden : Antalya

    Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi Empty Geri: Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi

    Mesaj tarafından dilara_girl Paz Mart 06, 2011 7:02 pm

    sağol Smile
    BitterSweet~
    BitterSweet~
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 212
    Kayıt tarihi : 26/02/11
    Yaş : 28
    Nerden : İstanbul

    Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi Empty Geri: Sosyetik Vampirin Aşk Hikayesi

    Mesaj tarafından BitterSweet~ C.tesi Mart 19, 2011 3:44 pm

    önemli değil

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 6:05 pm